28 Eylül 2011 Çarşamba

İnsanlık nasıl yitirilir?

Altı tane genç kızın üzerine 114 mermi yağdırılıp baharları kışa çeviriliyor, ben nefes alamıyorum.
8 aylık hamile bir kadının ve çocuklarının üzerine ateş açılıyor. Hani bahsetmiştim ya babasını daha doğmadan kaybeden bebekler var diye. Bu kez daha doğmadan annesini kaybeden bir bebek var ortada ve ben nefes alamıyorum.
Okul yolundaki öğretmenlerin yolları kesiliyor bir bir ve dağa kaldırılıyorlar, ben nefes alamıyorum.
Türk, Kürt, Çerkes, Alevi, Sünni olmak diye etiketler var burada, fark ettikçe, ben nefes alamıyorum.
Okula giden çocuklarına, "kendinden olmayanla" oynama yasağı getiren anne babalar var ortada, ben nefes alamıyorum.
El kadar simitçi çocuğu çağırıp, milliyetini sorup, kendinden değilse "yürü git senden simit falan almam" diye yollayarak minicik kalplere nifak tohumları serpenler tanıyorum, nefes alamıyorum.
İlkokul kitaplarında, hain ilan edilenlerin başına "milliyetleri" yazılarak, o yaştan itibaren bilinçli bir şekilde tamamen yanlış bir genellemeye gidilmesini sağlayan ve "ayrı oluşu" beyinlere kazımaya çalışan asıl vatan hainleri var, yazılanları okudukça nefes alamıyorum.
Onlarca genç, onlarca askerin hayatı bitiyor, nefes alamıyorum.
Altı üstü insan olduğumuzu unutup insanlıktan çıkanlar var. Özgür olmakla hayvanlaşmak arasındaki farkı anlayamayanlar var. Midem bulanıyor, kendimden utanıyorum.
Bunları yazdım, anlayamayıp çarpıtacak çok insan var, hallerine acıyorum.
Kabus olsa bunlar, uyansak nefes alsak.

22 Eylül 2011 Perşembe

MANDALİNALAR TEZGAHTA

Yaz bitiyor, içimde bir hüzün, burukluk. Garip bir şey bendeki yaz aşkı. 9 ay yaz, 3 ayı kış olan bir şehirde yaşamak isterdim ben. Çağla kokulu, Kağan sesli bir şehirde. Çok da mutlu olurdum. 


Yazın bitmesine en çok ağustos böceklerinin sesini duyamayacağım için üzülürüm ben. Telefonumda sabaha yakın bir vakitte kaydettiğim sesleri vardır örneğin, yazı yaşamak istediğimde açıp dinlediğim. Ne çok severim bilseniz.


Yaz demek rüzgar gülü demek mesela benim için. Onun gibi rengarenk. Ne tarafa gideceği belli olmayan, dönüp duran pır pır bir şey. İnsana mutluluk vereninden. 


Yaz demek vişne demek. Damaklarımı hissetmeyene kadar kızılcık yemek demek. 


Havada leylek görünce sevinebilmek demek. 


Yaz bitiyor dedim ya, bitti bile zaten. Mandalina gördüm ben tezgahta daha n'oolsun?


Mandalinalar tezgahta, kokusu girse kanıma.


Görünce bu şarkı  geldi aklıma. Yazla kışın karıştığı bir şarkı bu.



Yeniden taşınır gibi
Yeni bir yere alışır gibi.

18 Eylül 2011 Pazar

KADINDAN KENTLER - SESLER YÜZLER SOKAKLAR

Murathan Mungan.
Derinden hissettiğiniz ama anlatabilecek kadar güçlü olmadığınız her şeyi anlatabilecek güçteki adam. Hem belki de yegane.


Dün Ntv'de Yekta Kopan'ın programı Cumartesi'nin konuğuydu Mungan. İkinci bölümde yanına bir de Jehan Barbur geldi ki tadından yenmez bir hal aldı program. Öyle güzeldi ki, her anını yüzümde kocaman bir gülümsemeyle izledim. Bir insan bir insanı yazdıklarıyla nasıl ve ne kadar etkileyebilir, onun hayatına nasıl yön verebilir, bunu gördüm. Hem Mungan'ı, hem Jehan'ı daha da çok sevdim. Güzel cumartesi, "Cumartesi" ile güzel bitti yani.
Bugün de yazmayı ne zamandır ertelediğim bu yazıyı eklemenin zamanıdır diye düşündüm. Kitabın ilk basımı nisan 2008deymiş. Ben biraz geç okudum, okumayanınız varsa durmayın derim...
Apayrı kadınlarda, bambaşka kentlerde, aynı şeyleri hissetmişiz diyebileceğiniz o kadar çok şey olacak ki. 
İzmir'den tutun Erzurum'a kadar kent kent dolaşıp geleceksiniz. Dupduru anlatımıyla hem de, sıkılmadan.


Hikayeler arasında bende en çok iz bırakanlar ise, "Yakası Beyaz Kürklü Taba Rengi Kaban", " 'Burası Ankara İl Radyosu, Şimdi...' " ve "Hayat Hanım, İlk Tayin" oldu. Artık onların yeri ayrı bende... Epey dokundular çünkü...


Ve şarkısız geçiştirmek istemiyorum ben bu yazıyı. Hem kitabı okuyanlar anlayacaktır zaten, okuyacak olanlar da anlayacaklar ne demek istediğimi. Yine Murathan Mungan'ın sözlerini yazdığı bir Yeni Türkü şarkısı "Sesler Yüzler Sokaklar". "Söz Vermiş Şarkılar" albümünde ise şarkıyı, Zuhal Olcay seslendirdi. Konumuz madem kadınlar, şarkıyı onun sesinden dinleyelim istiyorum. Bu şarkı bu kitabı anlatıyor bence. Ya da kitap bu şarkıyı anlatıyor, bilemedim :)


Sesler Yüzler Sokaklar, burada.
taş baskısı bir plakta
yorgun bir ses cızırdar
küflü sayfalarında bir albümün
gülümser o soluk fotoğraflar
kıvrılırken kentin alanına
tutunur geçmiş yıllarına
tutunur anılarına
ince uzun duvarlar
kaç hayat yaşadınız söyleyin
sesler yüzler sokaklar
yankısı kalmadı seslerin odalarımızda
sahipleri çoktan öldü fotoğrafların
adımlarımızdan yoruldu yollar
kaç hayat yaşadınız söyleyin 
sesler yüzler sokaklar
şarkısını yitirmiş sesler
gençliğini yitirmiş yüzler
evlerini yitirmiş sokaklar
kaç hayat yaşayacaklar daha
daha kaç hayat yaşayacaklar
unutulur mu yoksa bir gün
sesler yüzler sokaklar
bunca yaşamışlıktan sonra 
hiç unutulmayacaklar


İnanılmaz örtüşüyor kitap ve şarkı... İkisi de inanılmaz güzel... 
Bloğumu ilk açtığımda, Bahçedeki Sandal'ın yerinde Nilüfer duruyordu şarkı olarak. Üzerine de şöyle yazmıştım, tekrarlıyorum:
"Mungan gelir, yüreğinize işte böyle dokunur."


not,

Bal mucizesi bu kitap, yani Atiye'nin hediyesi bana.

17 Eylül 2011 Cumartesi

güzel cumartesi :)



Rüya gördüm ben dün gece. Ne güzeldi. Ve ne de çok özledim :)
Ben zaten hep özlerim:)


Not: Yukarıdaki bağlantıyı göremeyenler olmuş, onlar da buradan dinlesin.

16 Eylül 2011 Cuma

Saygılı olmak çok mu zor gelir insanlara?

Gecenin bu saatinde, böğürerek telefonda konuşan alt kat komşusunu öldürmek caiz midir? Caizdir bence.


Hani Psikolojik danışman olacağım ya ben, az kaldı hani. Bu sıfat öyle büyük bir yük bindiriyor ki omuzlarıma. Hani herkesi anlamam, fazlasıyla saygı duymam, hoşgörülü olmam gerekiyor ya. Ha bir de sabır gerekiyor. Öfkemi kontrol etmem de lazım. Örnek olmak da gerekiyor diğer insanlara. Damarıma basılmadıkça öfkelenmem ben zaten. Ama bu nedir Allah aşkına? Bir insan(!) sizin sınırlarınızı zorluyorsa, size saygısızlığın alâsını yapıyorsa, düşüncesizliğin en diplerinde yaşıyorsa ne kadar dayanabilirsiniz? İşte böyle bir durumda nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum henüz. Hocalarımla uzun uzun konuşmalar yapmalıyım sanırım. Pdrci kimliğimden ne zamanlar sıyrılabilirim, nereye kadar diye sormalıyım...


Saygısızlığa dayanamıyorum inanın. Hiç gerek yok böyle şeylere...

11 Eylül 2011 Pazar

Gidin evinizde oynayın evladım.

Kalbim ağzımda mı desem midemde mi desem? Ya delireceğim ya öleceğim. Dünya ikincisi olmuş bir takım nasıl bu kadar kötü oyun oynayabilir ya? Nasıl bu kadar düşük oranda serbest atış kullanabilir? 


Bir kere, şampiyonalar için hazırlanan reklamlarda bile, sanki takımda başka kimse yokmuş da her şey onun sayesinde oluyormuş  gibi sırf Hidayet'i gösteriyorlar ya, hah buna ölüyorum! Yahu sen artık emekli ol, git evinde  çiçek miçek yetiştir çocuğum. Hani NBAmiş oymuş buymuş o nasıl bir olay anlayamıyorum zaten. Bu kadar kötü oynayıp, eline aldığın her topu heba ediyorken seni nasıl oynatıyorlar orada? Ya da orada oynayacak kadar iyiysen burada n'oooluyor sana? Utan ya, torunun yaşındaki çocuk Emir bile senden iyi oynuyor. Allah'ım bir kere iyi oynayamadı falan diye hemen laf söyleyen insanlara hep kızarım ama bu yeni bir şey değil ve ben artık dayanamadım. Zaten Ömer Aşık'ta kara büyü var. Adam süper, ama serbest atışlarda ya eline ya gözüne bir şey oluyor, onu da çözemedim. 


Aaa bir de son topta kaybettik demeyin, delirtmeyin beni. Şampiyonayı en son maça bırak sen, sonra o maçta da en son topa bırak. Kusura bakma bu şanssızlık değildir. Ya kendilerine çok güvendiler ahahaa biz dünya ikincisiyiiieeezzz diye umursamadılar. Ya da bilmiyorum cidden yaşlandılar. Yoksa bu kadar büyük potansiyele sahip olan bir takımın yenilgisini -hem de bu kadar ağırını- başka şekilde açıklayamıyorum. 2001'den beri tüm şampiyonaları onları bunları tek maç kaybetmeden izledim, en az zevk aldığım buydu.


Artık takımdan çekilin yaşlı amcalarım. Enes'e, Oğuz'a, Emir'e, Cenk'e bırakın yerinizi. 


Sevgiler, Saygılar.


Çok sinirliyim.


Not: Orhun Ene'ye değil eleştirim. Oyunculara. Onun hatası var mıdır, belki Enes daha çok oynatılabilirdi. Bu konuda hatalıdır değildir emin değilim. Tanyeviç'e de kızdık ettik, ama sonra adam o hasta haliyle çok iyi işler yaptı, helal olsun dedik. Orhun Ene'yi tebrik edersem ilerde - ki umarım - n'ooldu şimdi kazandı diye mi iyi oldu demesin kimse. Ben notumu düşeyim de.

8 Eylül 2011 Perşembe

Çok istersek...

Licia Ronzulli, Avrupa Parlementosu'nun güzel, yetenekli, herkesin harcı olmayanı yapabilen vekili. 
Bir anne.
Kadınlar güçlüdür. Rahat bırakırsanız, engellerini kaldırıp yollarını açarsanız, daha güzel bir dünyada yaşıyor olacağız. Tek başımıza değil elbette, birlikte. Zaten kimsenin derdi bu değil, biz birinci olalım siz ezilin, kaybolun demiyoruz. Emin olabilirsiniz.


anneler güçlüdür, melekleri yanlarındayken daha da güçlüdür.
melekleri için ise, herkesten çok.
bebekler huzurludur, anneleri yanlarındayken daha da çok.


bakınız, herkes mutlu .
istersem olur.
sonra size böyle gülümserim oradan.

Atiye ve Cihat'a cevabımdır.
Söylemek istediğim buydu. 

Efendim korkmayınız. Olursa böyle olacak.

2 Eylül 2011 Cuma

Dolapoğlu'nu yaşamış olan herkese

2003 yılı.
En güzel senemin, senelerimin başlangıcı.
*Hazırlık okuduğum, defterime yüzlerce "wie heisst du?" yazıp "M.Lütfi Üçkaya" hocamdan "Prima" aldığım yıllar!
*Rusya'dan mail arkadaşı bulup dilimi geliştirmeye çalıştığım yıllar.
*"Alles Gute!" izlediğimiz, sınav olduğumuz
*Kahve falımdaki kıvırcık saçlı kızın, Tuğçe'min hayatıma girdiği, dostluğumuzun başladığı, her daim güldüğümüz zamanlar
*Bir büyük sınıfta okuyanlardan alınan Moment Mal'lar elimizde koşturduğumuz, kitabın üzerinde ismi olan kişinin adının yanına itinayla adımızın yazıldığı , avunulduğu, vakitler
*Hüdai hocamızla haftada 24 saat ders yaptığımız.... Her defasında daha bir eğlendiğimiz.
*Yazılıdan 90'ın altında alınmadığında ağlandığı, analitikten 9 alındığındaysa sineye çekildiği,
*Koşturarak okulun basket takımının maçlarına gittiğimiz
*Etek boyundan hatta çorap renginden her sabah müdür tarafından kenara çekildiğimiz
*Tuba'nın Ronaldo aşkını usanmadan anlattığı, bol dedikodulu
*İlker Cem'in dostluğunu, kardeşliğini doya doya yaşadığım
*Seher'in, Elif'in, Ziya'nın, Başar'ın, Hasan'ın hep yanımda olduğu
*Derya hocalı müzik derslerinde "Nazende Sevgilim"i bayılarak söylediğimiz/dinlediğimiz
*Öğlenleri koşa koşa Kule'ye yemeğe gittiğimiz
*Doğum günlerini cümbür cemaat kutladığımız, bunun için özendiğimiz
*Eğitim amaçlı konulan televizyonu bangırr bangırr müzik dinleyerek kullandığımız
*Radyoda şarkı ararken, radyoyu kaptırmamak için kapıdan birinin nöbetçi öğretmeni kontrol ettiği
*Cep telefonlarına müzik "atıp" tenefüslerde bağırttığımız, birbirimize şarkı yolladığımız
*Okulun yanındaki parkta öğle arasını geçirdiğimiz, iğrenç tavuk ekmekler yediğimiz
*Türkçe dersinde, gelmiş geçmiş en mükemmel hocamız Raşit Keskin'in "öküz" kelimesini "öküzüm, öküzsün, öküz..." şeklinde çektirdiği
*Gazete okuma yarışmaları yaptığımız
*Eren'le, saatlerce bir uçtan bir uca gezip, "pembe" mont aradığımız
*Spor odasındaki basketbol dergisinden Engin Atsürlü haberi yırtıp kaçırdığıM :) (Saygılar İbrahim hocam! :) hala saklıyorum )
*"Ukalasın" diyen hiç(tek) sevmediğim hocama "balık baştan kokaaaarr" diye cevap verebilecek kadar cesur olduğum
*"Üüüükeellaaa" diyen, ukala diyemeyen pek sevgili bir başka hocamıza katıla katıla gülerken "çıkabilirsin Dilaraaa" nidalarıyla sınıfın inlediği
*"Ne gülüyorsun kızım"lı sorulara itinayla ve usanmadan bir hikaye uydurulup hocanın inandırıldığı
*Dört buçuktaki okul çıkışında bekleyen servislerdeki muhabbetlere, müziklere doyulmadığı
*Özlem Tekin'den Beni Yakan Aşkın dinlenirken "çikolata" (bilen bilir...) akla geldiği için ağlandığı, Nil'den Akbaba'nın bed seslerle ciyak ciyak söylendiği, Kaderiimde bu da mı vaaaarrmıışşların yeni yeni ünlendiği,
*İmkansız olduğu halde, Moment Mal'ın içine konan Burcu Güneş şarkısı "Aşk Yarası"nın sözlerinin yazılı olduğu kağıdın , yazılmasına sebep kişi tarafından okunduğu,
Çok ağlansa da hep mutlu olunduğu YILLAR.
Hep özlediğim, düşününce gülümsediğim zamanlar.


Ah Dolapoğlu Anadolu, iyi ki girdin hayatıma. Bir yanlışlık ancak bu kadar güzel olabilirdi.