30 Eylül 2012 Pazar

Bu bir veda yazısıdır, "belki"

Bu yazıyı size, evimden şöyle bir 700 km kadar uzaktan yazıyorum. 
İçimde hüzün, mutluluk hep birlikte tortop olmuş vaziyetteler, kaynaşıklar.
Yazmadığımdan beri hayatımda öyle çok şey değişti ki, çekildim bir köşeye şaşkınlıkla izliyorum hepsini.

Yan taraftaki "bir ara" geldi çoktan, artık bir psikolojik danışmanım.
Bir yandan da yüksek lisans öğrencisiyim. Evet hep istediğim gibi, ikisi aynı anda. Artık bir ara da 'aile danışmanı' olacağım.
Dünyalar tatlısı bir ev arkadaşım, yeni bir evim var. Etrafımda çok güzel insanlar var, her gün artıyor sayıları hem de. Her şey güzel, iyi.
Bir tek sorunum var, ben deliler gibi özlüyorum evimi, ailemi, odamı, kitaplarımı... Kahkahalarla hıçkırıklar peş peşe bende şu ara.

Bu siteye ne olacak bilmiyorum, artık yazmamam gerekebilir, onu da bilmiyorum.
Az biraz veda yazısı niteliğinde olabilir bu yazı o yüzden. Hem yazılmayan günlerin özeti, hem de birlikte geçirilen günlerin teşekkürüdür bu yazı.

Buraya yazmaya başladığımdan beri çok insan tanıdım ben. Yüzlerini hiç görmeden, kalplerini gördüm tanıdım her birinin. Yerleri çok ayrıdır benim için hepsinin.
Yorum yazmayı sevmedim hiçbir zaman çokça, ama hep takip ettim, yazmadığınızda meraklandım, heyecanınızla mutlu oldum. Varlığınızı hissettirdiğinizde bu blogu yazmakla ne kadar doğru bir şey yaptığımı fark ettim. Var olun hepiniz. Keşke hepinize bir şekilde ulaşmaya devam edebilsem, keşke mümkün olsa...

Yazmaya devam edeceğim, bir yerde bir şekilde. Belki fark ettirmeden bir başka şekilde takibinizde olurum, bilmem anlatabildim mi :) 

Herkese selamlar sevgiler, çok uzaklardan, belki de yakınlardan bilemiyorum ki :)

Güldüğüme bakmayın, çok buruğum çok. Herkes uzaktı benden, artık ben herkesten uzağım.

Son bir not, hayatımdaki en büyük değişiklik, pek yakında olacak daha doğrusu; cücükleri üçledik :)

Tekrar tekrar sevgiler,
Esra Dilara.

:)
Şarkılı olsun tabi ki! Hem belki de son kez.

16 Ağustos 2012 Perşembe

Anlatamıyorum işte, adını sen koy, ben bilemedim.

Hani bir ara, kayıplarım var, yenilgilerim var demiştim ya. Şu ara kazançlarım, zaferlerim var. Galibiyet mi demeli, bilemiyorum. Şaşkınım, mutluyum. Tamamlanmadılar henüz, böyle havadalar azıcık. Ama olsun. Burayı sadece kalbi benimle atan, beni çok seven insanlar okumuyor biliyorum. Ve onların nefretle dolu kalplerinden, gözlerinden ürktüğüm için neler oluyor yazmıyorum. Nasıl olsa öğrenilir tabi, ama varsın her şey tamam olduktan sonra bir şeyler ortaya çıksın. Keşke bu kadar kararmasa kalpleri insanların. Nefretten kendi kendilerini tüketmeseler. Etraflarından tüm insanları kaçırmasalar. Keşke.

Ve daha enteresanı ben bu güzel haberi çok sevdiğim insanlarla paylaştım bugün, ama kimse şaşırmadı. Ben gökyüzünden yıldızları indirin serin önüme de demedim zaten ama keşke herkes daha çok sevinseydi. Hevesle aradım şöyle şöyle oldu diye herkesi, söndüm oturdum. Olsun hakkını vere vere sevinenler var, canım ailem, bir iki özel çok özel dostum, bir de Murat var, canım dostum. Varlığını Ezginin Günlüğü ve Sunay Akın'a borçlu olduğum. Benden bile çok sevinen dostum, cancağızım. Onun yeri ayrı.

Böyle işte. Şimdi seçim zamanı. Yeni yollar, yeni yıllar zamanı. Ömür ne gösterir, yarın ne olur bilinmez. Ama böyle işte. Bazen pek çok şeyi böyle anlatıyorum, böyle işte.


bu da kalbim. bakınız her bir parça ayrı renk ve her biri ayrı yöne meyilli.
her zamanki Dilara yani.

9 Ağustos 2012 Perşembe

NEŞE'li yazı



Kendimi ancak böyle ifade edebildim bugün. 
Niye?
Cevabını istiyorum bunun.

Şarkısız kaldınız tabi, içiniz kurudu. Hemen bir tane yollayayım size de,

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Menekşeler Atlar Oburlar'dan



"Anlamsızlığın bir anlamı vardı, bir adı vardı; hayat diyorlardı buna. Her sıradan sözcük gibi, içine girince, yineleyince bir şey ifade etmiyordu. Sıradan olmayan sözcükler arıyordum. Yoktu. Çevremdeki insanlar, sözcükleri kendilerini iyi hissetmek, çıldırmamak için kullanıyorlardı. Aslında hepsi de evreni saran boşluğa aitiler ama bunu kabul etmektense, o boşluğa bir anlam yükleyip varlıklarını birbirlerine onaylatmayı yeğliyorlardı."


Hüsnü ARKAN
 -tabi ki- 


25 Temmuz 2012 Çarşamba

Paulo Coelho - Kazanan Yalnızdır



şimdi beni avcunun içine aldın ya, kim olursan ol,
her şey boşa gidecek bir şey eksik kalırsa,
açıkça uyarıyorum seni daha fazla üstüme gelmeden,
o sandığın kişi değilim ben, bambaşka biriyim.
kim benim yolumdan yürümeye kalkar ki?
kim talip olur ki benim dostluk ve sevgime?
yol kuşkulu, sonuç belirsiz, yok edici belki de.
terk etmen gerekecek başka ne varsa, yalnız ben
umacağım senin biricik ölçütün olmayı,
çıraklık dönemin bile uzun ve zorlu geçecek o zaman,
vazgeçmen gerekecek tüm bir yaşam biçiminden
ve çevrendeki yaşamlara uyumundan,
o yüzden bırak beni başın daha fazla belaya girmeden,
çek elini omzumdan,
beni yere bırak ve kendi yoluna git.


Walt Whitman, Çimen Yaprakları.


Okumadım henüz kitabı, ilk sayfası yetti ama sevmem için. Okumadığım için kazanan yalnız mıdır gerçekten, bilemiyorum. Şimdilik kazananın yalnızlığından, onu kaybeden olarak görüyorum. Okuyunca ne derim, onu da bilemem. Okumak üç kez geçmişti, dört oldu bununla, farkındayım. 


Yazamadım epeydir. Bunun onlarca nedeni var... 
Kazançlarım var, kayıplarım (yenilgilerim) var. Ama güzel her şey, iyiyim.

1 Temmuz 2012 Pazar

yaz günü tüm bloglar sıkıcı.

günler öyle hızlı, acımasız ilerliyor; ben öyle yorgun ve şaşkınım, bloglar yazın öyle can sıkıcı ki benim de şuraya iki kelime yazmak gelmiyor içimden. 


İçimi daraltan herkese, azıcık silkinip kendinize gelin diye. Sezen söylesin.

24 Haziran 2012 Pazar

GÜZELLİK


" hastalık, sevgisizlik, öksüzlük
neler geçirdim ben...
çıkabilseydi bir 'güzel' diyecek,
güzelleşirdim ben... "

ARİF NİHAT ASYA

Bunu okudum, hayran oldum, niye daha önce karşılaşmadığıma hayıflandım. Sonra bol gürültülü yağmurlar yağdı,her zamanki gibi beni ürperten. Sonra Ayten Alpman söylemeye başladı birden içimde, 

" yaz yağmuru düşer durur yüreğime,
bir küçük aşk yeter benim hasretime... "

Sonra dedim vardır bir hikmeti aklıma düşmesinin, şiir geldi aklıma. İkisinin de istedikleri aynı şey, minicik bir şey dedim durdum. Ya da ben öyle anladım, bilmiyorum ki. 



19 Haziran 2012 Salı

dünyanın en güzel iki sesi

1- Mehmet Erdem
2- Ağustos Böceği


İki sese de aşığım. Nasıl güzelliklerdir onlar yahu öyle...(evet ben bu lafı çok söylüyorum bir şeyi çok sevdiğimde) Bıkmadan yorulmadan dinleyebilirim ikisini de. 


Ağustos böceğine olan aşkımı bilen bilir. Her yer sessizken, etrafta kimse yokken, güneş doğmadan biraz önce örneğin, dışarı çıkıp dakikalarca, saatlerce dinlerim ben onu. Beni bu kadar rahatlatan, mutlu eden, bana bunca huzur veren bir başka ses yok sanırım. Yaz demek bir kere benim için, var mı ötesi... Bir de, açınca ağustos böceklerinin sesini veren müzik kutuları var, çok aradım ama bulamadım... Yurt dışından gelmesine de razıydık, kuzenim bütün sitelerin altını üstüne getirmişti bulamamıştı. En sonunda mp3 şeklinde göndermişti bana üzgünüm bulamadım diye :)) Müzikçalarımda hala... O kadar çirkin bir şeyden o güzel ses nasıl çıkar anlamıyorum tabi o ayrı bir konu... Dış görünüş aldatır evet :)


Mehmet Erdem... Evet o dünyanın en güzel iki sesinden biri benim için şu ara. Pilli Bebek'in Cem'ini hatırlatıyor bana ve beni benden alan ton, tını her neyse işte budur. En sevdiğim ses ondaki, aşık olduğum ses. Herkes sevmesin onu istiyorum, çok sevdiğim her şeyde olduğu gibi, ama bir dizide yayınlanmış sanırım, herkesherkesherkes duydu şimdi. Ah nefret ediyorum bu durumdan. Neyse de, ben sadece kendimin sevdiğini farz ederek bütün yaz Mehmet Erdem dinlemeye razıyım, hazırım.


Evet çok seviyorum ikisini de. 
Bebek sesi mi? O ayrı canım, hepsinden öte. 








Mehmet Erdem Olur Ya der ve ben erir biterim :)

5 Haziran 2012 Salı

Aşkın Cep Defteri - Murathan Mungan

"Hayatta kalpleri aynı şeylere çarpan kişiler birbirlerini severler belki, ama yazık ki birbirlerine aşık olmazlar. En azından birçoğumuz için öyledir. Aşkımızın öznesini harekete geçiren kimya çoğu kez "yabancı" olandır. Öteki'nin çekimine kapılırız, benzerimizinkine değil. Kalp yakıtı. Yabancı madde. Mıknatıs taşı."


Böyle demiş Mungan. Gülümsedim okuyunca. Biliyorum sen de gülümseyeceksin okuduğunda. Ama ayrı ayrı gülümseriz, birbirimizden habersiz. Ben senin bunları okuduğunu bilerek burada, sen benim bunları okuduğunu bildiğimi bilerek, uzakta. Ne de olsa artık konuşamayacak kadar uzağız birbirimizden ve de medeniyetten. Olsun, gülümse diye yazdım :)


Bir de, 


"Neden yakın kalpler uzaklarda oturur?" demiş Mungan. 


Daha neler neler demiş, çok sevdim ben. Okuyun okuyun.


Okuyun, kitabın her kelimesini sevin. Uzun Yol yazısını sevin mesela. Oradaki sarmaşık/sırnaşık kedileri kıskanın. Gerçi kedi sevmem ben, köpek severim. Kıskanmama engel değil bu tabi. 


Okuyun siz okuyun.


bakın kediler de "öteki"ni seviyor. biri siyah, biri beyaz.
yapacak bir şey yok sanırım.







12 Mayıs 2012 Cumartesi

6 Mayıs 2012 Pazar

fotoğraflarla haftanın özeti


cücüğün tebeşiri keşfi.

evet, o pek göremediğiniz beyazlıklar "dolu"
ve bu, dolunun çiçeklerime zulmü

ve de bu. 
bu da her yıl hıdrellez gecesi yazdığım dilek listem.
tüm sevdiklerim için bir şeyler var
ve şimdiye kadar yazdığım tüm dileklerim gerçek oldu.

not, her yere esradilaraakman. ekliyorsam vardır elbet bir sebebi, gülmeyin yahu :)


2 Mayıs 2012 Çarşamba

26 Nisan 2012 Perşembe

Az sahiplenilen çoklara.

Zaaflarım var benim. Kıyamadıklarım var. Kalbimin akıp gittikleri var. "Az olanı" çok sevme huyum var.

Gülümsemesi az, gülüşleri buruk olanlara kıyamıyorum.
Nelerin hüznü var içlerinde, bir türlü bilemediğim ve belki hiç öğrenemeyeceğim için.

Çocukluğu az olanlara, çocukluğunu hiç yaşayamamış olanlara kıyamıyorum.
Bir tarafları hep eksik kalacağı için. Büyüdüklerinde, oyuncaklara, çığlık çığlığa oyun oynayan çocuklara bakıp dalıp gidecekleri, zamansız çocuk olacakları için.

Öğrenciliği az, okumasına izin verilmemiş olanlara kıyamıyorum.
Her daim içlerinde o eksiği hissedecekleri için. Hayatları onların seçim yapmalarına fırsat verilmeden ellerinden alındığı için. Çocuklarına iyi bir gelecek sunmayı isterken daha azıyla yetinmek zorunda bırakıldıkları için. Kendilerine engel olanlara her şeye rağmen kıyamayacak kadar iyi kalpli oldukları için.

Parası az olanlara kıyamıyorum. 
Lanet olası saçma sapan o şey yüzünden, yapmak istedikleri hiçbir şeyi yapamayacakları için. Çocuklarının yüzünü güldürmeyi deliler gibi isterken, kendi yaşayamadıkları güzellikleri onlara yaşatmak isterken saplanıp kaldıkları çaresizliği gördüğüm için. 

Özgürlüğü az olanlara kıyamıyorum.
Uçmanın tadına hiç bir zaman varamayacakları için, çok isteseler de uçurtma olamayacakları için.

Daha az güzel olanlara kıyamıyorum.
Bir çok şeyi kocaman güzel gözleriyle anlattıkları için. Hep imrendiklerini hiç olamadıkları için. Güzel sandıklarının güzel olmadığını göremeyecek kadar çaresiz hissettikleri için.

Yapayalnız bırakılmış, az hatırlanan annelere kıyamıyorum.
Her şeyin iyi olması için onca çabalarken, bunca yoruldukları için. Yanımızdayken unuttuğumuz, kocaman kalplerini bunca yorduğumuz, incittiğimiz halde, yine de bizi sevdikleri, yalnız bırakmadıkları için. 

Hayatları boyunca az önemsenmiş kadınlara kıyamıyorum.
Başarılı olan erkeğin "yanında" değil, "arkasında" sayılarak bir kez daha yenik duruma düşürüldükleri için.

Rengi az kalplere kıyamıyorum.
Gökkuşağı kalpli olamadıkları için. Hayat onları grileştirdiği için. 

Çocuklara kıyamıyorum.*
Çocuklukları bir gün biteceği için. Bunu fark etmeyecek ve bir oyuna dalıp gidecek kadar masum oldukları için. Birileri bir gün onları çok üzeceği için. ( * Çocuklarda az yoktur, sadece ve hep "çok" güzellik vardır.)

Anne baba sevgisini az tadabilmiş(hiç tadamamış) olanlara kıyamıyorum.
Sanırım telafisi olmayan tek şey olduğu için.

Daha az konuşanlara kıyamıyorum.
Çok konuşanlardan daha fazla ve anlamlı şeyler söyleyecek olup, dillendiremedikleri için. Sessizlikleri onları yalnız olmaya ittiği için.

Kıyamıyorum. 
Hepsini öyle çok seviyorum, içlerindeki hüzün, burukluk, masumiyet, yenilgi, çaresizlik öyle işliyor ki içime, hepsine onları çok sevdiğimi anlatmak istiyorum. Elimde olmadan akıyor kalbim onlarınkine. 
Evet "az olanı" çok seviyorum. 




16 Nisan 2012 Pazartesi

Karayel Hüznü

Mont Blanc, ben.
" Yazları Alp Dağları'nın dumanlı başında halâ kar vardır. 
Çok yükseklerde. Alp Dağları'nın asi, dikbaşlı Mont Blanc tepesi hep kar yüklüdür.
Alp Dağları'nın başı, sıcak, ter içinde bir yazı hiç yaşamamıştır.
Ancak eteklerinde, yükseklere uzanamayan yamaçlarında ılık rüzgarlara, yaz gevşekliklerine izin vardır.
Alp Dağları!
Alplerin kuzeye dönük yüzü, Mont Blanc, tıpkı kendisi gibi...
Benziyorlar!
Alpler.
İkisinin de başlarında yaz mevsimi az... "

Buket Uzuner, Karayel Hüznü'nden.

Buket Uzuner hep benim için yazdı, hep beni anlattı diyordum her okuyuşumda. Her cümlesinde kendimi buluyordum. Yukarıdakileri okuyana kadar. Bu kadarı da fazla, beni benden daha iyi nasıl anlatabilir ki bir insan? Hayranım ona, her cümlesine, kelimesine hayranım. Beni bunca iyi anlatabildiği, anlayabildiği için, söylemek istediklerimi dupduru ifade edebildiği için hayranım. Çok.

Mont Blanc gibiyim ben. Bazı konularda asi ve dikbaşlı Mont Blanc gibiyim. Öyleyim.


Derya söylesin.

11 Nisan 2012 Çarşamba

Üzülün, şefkat gösterin diye yazılan yazı.

Çok acıklı bir fotoğraf değil mi? :) 


Enfeksiyon kapmışım, hangi yemektense artık. Serumlar, iğneler, günlerce yenilmeyen tiksinilen yemekler, yemeyi başardığımda sadece haşlanmış patatesi görebilen canım midem, buradan Yeni Zelanda'daki herhangi bir kokuyu alabilecek kadar hassas burnum ve ben. Neyse ki ayaktayım günler sonra. Tabi bir de dolmuşlara kül tablası muadili insanları almasalar alâ olurdu. Bir gün bu ülkeyi yönetirsem, ülkeme sigara yasağını toptan  getireceğim. Kapalısı açığı fark etmez. O kadar gün deliler gibi yatıp kalmışım, tam iyileştim diyorum, sonra biri gelip tepeme dikiliyor, üzerindeki o iğrenç kokuyla ben tekrar eski halime dönüyorum. Kusura bakmayın, ama aynen böyle. Hepiniz ayaklı tablalarsınız, iğrenç. Ve bana, kimseye bu zulmü yapmaya hakkınız yok. 


Sonuçta iyiyim biraz daha. Ama anlaşılıyor her halimden canımın çok yandığı.
Ellerimin üzerindeki, serumlardan kalma morlukları gösterip duruyorum herkese bu günden beri. Üzülüp de ay canııım demelerini istiyorum insanların, şefkat bekliyor bünyem, çocuk gibi oldum iyice.


Ama yazık değil mi bana gerçekten, sorarım.


not, kütüphane kitaplarına edilen eziyeti fark ettiniz mi? Düzgün okuyun şu kitapları n'olur...

26 Mart 2012 Pazartesi

HAFTANIN ALKIŞLARI

* Hangi test kitabını alsam ki yahu diye bakarken, "bunlar para tuzağı boşver alma" diye beni vazgeçiren kitapçıma,


* Denemeden sonra soru çözüm kitapçığı veren güzel kursumun, kitapçıktaki bir sorunun çözümüne
"...eğer kafadan hesaplamaya kalkarsanız yanlış yaparsınız ki bunu bu soruda gördünüz." 
şeklinde açıklama yapan hocasına,

* Çocuk parkında oynarken "ben gidiyom gülüm" diyerek bir anda oturduğu tahterevalliden fırlayıp karşısındaki kızcağızı yere çatt diye çarptıran ve gülme krizine giren, sadece 5 yaşındaki çocuğa,

* Sözlük yazarlarının takip ettikleri bloglar başlığına, okuduğu iki blogdan biri olarak bloğumu yazıp beni onurlandıran Rubi'ye. 

* Deneme sınavında kendi kendine gülme krizine giren bana,

haftanın alkışları geliyor efendim, gelmez mi? :)


19 Mart 2012 Pazartesi

Sevgilim Güneş

Bulutsuz, masmavi bir gökyüzüyle mis kokulu bir havada yazı yazmak ne güzelmiş. Ne kadar özlemişim, beklemişim. En çok beklenen en çok mu sevilir acaba? Ya da en az sahip olunan şey? 


Yazı az kışı çok geçen bir memlekette, yazı daha az geçecek olan bir memlekete gidebilecek olmanın korkusundayım şu ara. Bir kaç ay sonra belki de hiç güneşsiz bir yerde olacağım. Korkunç geliyor bunu düşünmek. Sonra bencillik ediyorum diyorum kendi kendime; çünkü herkese ulaşmak isterdim. 


Güneşi olmayanlara güneş, yazı olmayanlara yaz, umudu olmayanlara da umut, hepsi olabilir miyim ki? 


Ve tüm bunları yazarken, rüyama bile baharın geldiğini hatırladım. Rüyamda güneşli, yemyeşil bir yerde, böyle yüksekte kalmış, yokuşu bol bir sokakta, beyaz bir evim ve her yerde mor çiçekler vardı! Anlatamam ama nasıl bir güzellikti. Googleda o çiçeklerin adının ne olduğunu hatırlamaya çalışırken, şu iki fotoğrafı buldum. İlki öyle çok benziyor ki gördüğüm rüyadaki yere, ev beyaz olsa, tamam. İkinci fotoğraftaki ev ve yokuş, ilk fotoğraftaki bütünlük ve yeşillik bir araya gelirse şayet, gittiğim yerde bulabilirsem, ahh ne mutlu bana!


Nereden gelmiştim buraya? Evet güneş, güneş benim sevgilim. Sonra çiçekler, sonra gelecek umutları...


Fotoğraf, İlyas Kaptan'ınmış. Burgazada'da Bahar.
Bu da kaynağı.

Bu fotoğraf da Kınalıada'dan. Kaynak da burada.

Şarkılı olsun tabi ki!

11 Mart 2012 Pazar

Anlatacak hikayelerim bitmedi henüz, ben geldim.

Bugün 5 haftalık aile danışmanlığı eğitimim bitti. Onca zaman sonra, nihayet hafta sonları evimde olabileceğim. Sabahın bir saatinde herkes uyurken koşturmama gerek kalmayacak, ohh miss! Bu koşuşturmacanın arasında bir de "etkili iletişim" konulu bir seminer sunumu yaptım. Oyy ne yorucuydu! (not, odur budur bilmiyorum da beni ilgilendiren bir 'doçentin' övgüsü/yergisidir, saygılar efendim!)


Gelelim bugüneee... Üç tane kitap aldım ben bugün kendime. Nasıl mutluyum anlatamam, onlara sarılıp uyuyabilirim, o kadar :)) Kitap beni en çok sevindiren şey. Uzun zamandır da kendime hediye almamıştım, şahane oldu! Okumakta geciktiğimi düşündüğüm kitaplar. Ama güç olmasın, önemli olan da bu değil mi?


ilk kitabım:
Ahh keşke, semineri sunmadan önce bulabilseydim bu kitabı... Bildiğiniz cevher bu! Seminer hazırlığında olanlar varsa, mutlaka yararlansın... Çok hikaye var içinde, ilgi çekebilecek çok fazla anlatım var. Tabi okumadım daha ama, şöyle bir karıştırmam yeterli oldu.








İkinci kitabım:
Kitabı çok beğendiğini söyledi güvenebileceğim birkaç insan. Yoksa beğenilen kitaplardan uzak durmak gibi bir huyum vardır. Onlar tamam dediyse, güzeldir. Ayrıca beni etkileyen, arka kapak yazısının ilk iki kelimesiydi. Benim en çok önemsediğim iki değer/varlık/zenginlik: "Ümit ve merhamet." Böyle başlıyor yazı...








Üçüncü kitabım: 
Bakın "başlarken" bölümünün ilk cümlesine: "BU AKŞAM YEĞENİMİN YANINA yatıp saçlarını okşadığımda bu kitabı yazmaya karar verdim." bingo cümle değil mi beni etkilemek için? :) Ben bu cümleyi okurken bile ağlamaklı oluyorum. Hayatımda en çok sevdiğim şeyler, cücüklerim. En çok istediğim şey kitap yazmak. ikisi bir arada!








Bir gün kitap yazabilecek kadar "olur" muyum ya da "bilir" miyim, bilmiyorum. Ama çok istiyorum. 
Hafta sonu, Çağla cücüğünü kütüphaneye götürdüm. Bayıldı resmen, iki gündür bir daha "küpüthane"ye gidelim diye ağlıyor. Keşke beni de 2,5 yaşındayken kütüphaneyle tanıştıran bir teyzem olsaydı. Belki o zaman, o en çok istediğim şeye daha yakın olurdum, kim bilir...

hayat, aşk, nefes.
şarkılı olsun tabi ki! anlatacak hikayelerim bitmesin hiç.

22 Şubat 2012 Çarşamba

Birsen dinleyelim, sakinleşelim.


Çok bi' çok yorgunluğun üzerine, yazı yazamayacak kadar olanından hem de, iyi gider dedim Birsen. 
Ha şöyle işte sakin sakin...
Ne de çok severim. 

Not, 
Albüm kapağı aklımla kalbim gibi olmuş: rengarenk, karman çorman, uçmalı kaçmalı, 
her telden, her güzellikten.
:)


13 Şubat 2012 Pazartesi

Pek yakında ailenizin danışmanıyım efendim



Artık hafta sonları da  "Aile Danışmanlığı" eğitimindeyim. Hem bu kadar eğlenip, şaşıracağımı, hem de duyduklarım karşısında insanlardan, evlilikten, mesleğimden bu kadar ürkeceğimi tahmin edemezdim. Tüm şaşkınlığımla, 5 hafta sonu devam edecek olan eğitimin bana çok şey kazandıracağını bilerek ilerleyen haftaları iple çekiyorum.


İlk haftayı tamamladık. Yrd.Doç.Dr. Gül ÇÖRÜŞ'ü ağzı açık dinleyerek, bilmediklerimden, okumadıklarımdan utanarak geçti ilk gün. Vah vaah dememeli, henüz geç değilken söylediği tüm kitapları okumak, önerdiği tüm filmlerle belgeselleri izlemek istiyorum. Ve Şahin hocanın nasıl şirin bir insan olduğunu mezun olurken kavradım ben, ilginçtir :) Güzeldi haftanın sonu.


Ama asıl gelecek haftayı çok merak ediyorum. Uzman Doktor Cenk KİPER gelecek çünkü konuşmacı olarak. Cisead'ın sayfasından Cenk beyin yazılarını her okuyuşumda deliler gibi gülüyorum. Çok eğleneceksiniz, tavsiyemdir, okuyun. 


E yazımı da Simpsonların aile terapisine gidişiyle bitireyim madem :)




10 Şubat 2012 Cuma

kafamın içini kayş kayş kayş kayıttıyolay.

aynen böyle, aynen o şirin ötesi cücüğün söylediği gibi. bi laftan bi gıdım alıyolay, kafamın içine sokuyolay, toona kayş kayş kayş.... :)

geçer geçer... koşturmacalar, isteksizlikler, plansızlıklar, acabalar, imkansızlıklar, vakitsizlikler, yetersizlikler...

inanç gerek, kuvvet gerek. sabır gerek hepsinden öte. 

doğru yolu görebilme gücü istiyorum şu aralar.



29 Ocak 2012 Pazar

para.

Eğer paranız varsa dağılan beyninizi bile toplarlar bu dünyada. 
Fakat eğer muhtaçsanız beş kuruşa, devletin dağıttığı bedava ilaçlardan zehirlenir, ölürsünüz.
Türkiye'deki gibi, Pakistan'daki gibi.

27 Ocak 2012 Cuma

Bende Bi' Aşk Var!



Bu fotoğraf niye albüm kapağı yapılır anlamasam da, çok çok çok güzel bir albüm olmuş. Dinleyin Göksel'i haftanın sonunda, seveceksiniz eminim ben. 


Hangi şarkıyı daha çok sevdiğim konusunda defalarca fikir değiştirdim, her biri güzel, hakikaten güzel olmuş albüm.


Yalnız Kuş'u çok kişi sevmez umarım, herkes severse ben sevmekten vazgeçerim, dinleyemem çünkü. Şarkı biraz fazla etkiliyor.


Sonra "Uzaktan" çok çok güzel. Eğlenceli ve de. (Ya da bana anlamlı geldi bilemiyorum, ne dersin bal? :) )


Ve "Rüzgar" en güzellerinden.


Hatta bu şarkı, bu hafta sonunun şarkısı! :)


Göksel - Rüzgar tam da burada.

Şükür kavuşturana Gökselcim, eskileri bırakmanın vakti gelmişti artık değil mi? 

23 Ocak 2012 Pazartesi

"yine" ne demektir?

yine mi hastasın sen?
yine neye sıktın canını?
yine neye üzüldün?
yine niye kızdın bana? *
yine kime sinirlendin?
.....
....
...
.


"yinelemek" kelimesinin sözcük anlamına vikviklemek'i ekliyorum müsaadenizle. Nasıl bir hadsizlik bu yahu? Yine mi demek bir insana yapılabilecek saygısızlıkların büyüklerindendir. Çok büyüklerinden hem de. Ben hiç güzel bir şey için yine mi diye bir cümleye başlandığını görmedim çünkü. Hep bir ima vardı her birinde.


Üstün Dökmen'in bir kitabındaydı, hangisi olduğunu hatırlamıyorum, bir insana "kafana takma" demek saygısızlıktır yazıyordu. Bu onun derdini, sıkıntısını küçümsediğimizi düşündürebilir karşıdakine diyordu. Biz iyi bir şey yaptığımızı sanıyorduk halbuki değil mi? O günden bu yana öyle dikkat ettim ki bunu kullanmamak için. Okuyup, "hakikaten yahu" deyip düşünene kadar fark etmemiştim. Yaparız da fark etmeyiz bazen hani. Ondan yazıyorum ben de bunu buraya. Yine'lemeyin bana. Gerçekten çok kırıcı, sinir bozucu. Rica ederim, hatta edeyim.


* Ne olmuş yahu, yine evet yine. Çemkirmek istedim yine :)

21 Ocak 2012 Cumartesi

Kış baba kimden yana?**

*Elimdeki kına kokusu, daha dün bahçede oynadığımız 15 senelik arkadaşımın, çocukluk arkadaşımın gelin oluşunun kokusu. Sevmesem de bu kokuyu, anlattığı çok şey var. Hep mutlu olun Arzu'cum!


*Kış geçmeli artık, buzlar erimeli. Yazlık ayakkabıyla buzda yürümeye çalışan küçük kız aklıma geldikçe, her gün farklı kıyafetlerin kocaman montların içinde gezerken, üşüyorum demekten utanıyorum. Ama elimde değil, ben bile üşüyorum. Yaz gelsin artık n'olur...


*Yaz gelmeli, kitap okumalı artık. Albümle ödüllendirmeli kendini. Jülide albüm yaptı, ah bir gidebilsem D&R'a da alabilsem Jazz İstanbul Volume 2'yi... Ah bir vaktim olsa...


* Vaktim olmalı artık... Her gün itinayla takip ediyorsunuz ya bütün blogları, yorumlar bırakıyorsunuz ve de. Çok isterdim yazılanları günü gününe okuyabilmeyi. Yazıları 3er 5er aynı anda okumaktan sıkıldım çünkü.


*Sıkılmamalı artık. Rezzan Kiraz'cığımın dediğine göre İkizler kadını en çok 'sıkıldım' dermiş. Ne kadar gülsem eğlensem de, çok sıkılıyorum ben :)


*Uyumalıyım artık. Bir final sınavı ve bir kına gecesi devirdi bu beden bugün. İyi geceler bana, güzel hafta sonları herkese, şarkısıyla hem de.


**"daha bunun yağmuru çamuru var, 
evsizi barksızı var, 
çoluğu çocuğu var...
Kış Baba, kış kış!" 



17 Ocak 2012 Salı

ve aşk büyür.


Böyle minicik bir tavşandı.
Şimdi bana "aşkım" diyebilecek kadar büyük.
Ve gitarla "menim atgım" diye şarkılar söyleyecek kadar. 
Çiçeğim diyerek saçlarımı okşayacak kadar da.
Öyle işte, yapacak bir şey yok. Aşığız birbirimize.

9 Ocak 2012 Pazartesi

İyi haftalar şarkısı yolladım ben size!

Galiba hayatımda ilk kez Kıraç'ın bir şarkısını sevdim ben. Şeffaf Oda vardı bugün orada dinledim. Ve programı ben yine sonunda yakaladım. Hem de Mert vardı, vahlar olsun. Neyse de ben şarkıyı sevdim. Sakin sakin şarkıları seviyorum ben, hatta arkadaki elektrolar da az olsaydı daha mutlu olabilirdim.
Deşifre yazmak zorunda olmasam da çok mutlu olurdum ben kesinlikle. Ellerim titriyor artık acıdan. Ne olduğunu PDR okuyanlar bilir... 
Ara verdim şimdi de öyle bir saçma yazı olmasın, şarkı yollayayım size buradan.
İyi haftalar yazısı olsun, ilk kez oldu bu :) 

4 Ocak 2012 Çarşamba

Bal badem cücüğü

Bugün ballı bademli pasta istemişti canım, her zamanki gibi geç kaldığım için kursa, canımın isteğiyle kalmıştım.

Ama ballı bademli pastadan daha tatlı bir şey var şu an karşımda. 

Licia Ronzulli'nin BURADA bahsettiğim cücüğü büyümüş. Bal badem olmuş. 

Günün tatlısı için bakınız:


yerim!